Bakü İklim Zirvesinde Bir Ara Değerlendirme
İklim Krizi Artık Bir Senaryo Değil!
İklim krizi, uzun yıllar boyunca yalnızca uzak geleceğin bir sorunu ya da gelecek nesillerin çözmesi gereken bir mesele olarak görüldü. Ancak bu kriz artık geleceğin ötesinde tam da içinde yaşadığımız dünyanın en acil ve çözülmesi gereken tehditlerinden biri haline geldi. Sıklığı ve şiddeti her geçen gün artan sel felaketleri, kuraklıklar, orman yangınları ve diğer aşırı hava olayları bu krizin yıkıcı etkilerini çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyor. Tahribatın çarpıcı etkisi ise sayısal bir şekilde daha net görülüyor. Son yirmi yıldaki aşırı hava olaylarının ekonomik maliyeti saat başına 16,3 milyon doları buluyor ve yaklaşık 1,2 milyar insan bu tehditler karşısında yüksek risk altında yaşıyor.
Her yıl dünyanın dört bir yanından liderler, politika yapıcılar, özel sektör temsilcileri, akademisyenler, aktivistler ve bireyler insanlık tarihinin en büyük krizlerinden biri olarak kabul edilen iklim değişikliğiyle mücadele için Türkçesiyle Taraflar Konferansında (Conference of Parties–ya da kısaca COP) bir araya geliyor. Bu yıl Azerbaycan’ın ev sahipliğinde düzenlenen COP29 ise artan sıcaklıkların ve yıkıcı doğal afetlerin gölgesinde, iklim mücadelesi açısından kritik bir dönemeçte gerçekleştiriliyor. Zirvede alınacak kararlar ise yalnızca bu yüzyılı değil; gelecek nesillerin yaşam koşullarını ve kaderini de derinden şekillendirecek öneme sahip.
Birleşmiş Milletler tarafından her yıl düzenlenen COP, ilk olarak 1995 yılında Almanya’nın Berlin kentinde gerçekleştirildi. İklim krizine karşı uluslararası diyaloğu sürdüren tek platform olması açısından gerçekleşen her COP ciddi öneme sahip. Bununla birlikte Kyoto Protokolü’nün kabul edildiği COP3, Montreal Eylem Planı’nın yer aldığı COP11, gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelere iklim değişikliği adaptasyonu için finansman taahhüdü verdiği COP15 ve Yeşil İklim Fonu (Green Climate Fund)’nun kurulduğu COP17 damga vuran önemli toplantılar arasında yer alıyorlar. Ayrıca küresel sıcaklık artışını yüzyıl sonuna kadar endüstriyelleşme öncesi seviyelerin altında -mümkünse 1,5 °C- sınırlandırılmasını hedefleyen Paris İklim Anlaşması da COP21’in kararları arasında yer alıyor.
Bu bağlamda, Bakü İklim Zirvesi’nde alınacak kararlar hem küresel iklim eylemleri hem de ekonomik dengeler açısından hayati bir önem taşıyor. Zirvenin ilk haftası geride kalırken gündemdeki tartışmalar ve alınan kararlar, yeni bir yol haritası oluşturma potansiyeli taşıyorlar.
Ülkelerin Yeni Taahhütleri
COP, ülkelerin emisyon azaltım taahhütlerini açıkladığı veya Türkiye’nin bu yıl yaptığı gibi iklim hedeflerini tüm dünya ile paylaştığı bir platform olarak öne çıkıyor. Geçtiğimiz yıl Dubai’de gerçekleştirilen COP28’de Paris İklim Anlaşması’nın 14. maddesi gereği Küresel İklim Değerlendirme Raporu’nun ilki yayımlanmıştı. Raporda tarafların iklim taahhütlerine yönelik konumları değerlendirilirken belirli bir ilerleme kaydedildiği ancak iklim eylemi ve destek mekanizmalarının hızlandırılması gerektiği açıkça ortaya konmuştu. Bu doğrultuda, ülkelerden ulusal niyet katkı beyanlarını güçlendirmeleri ve 2025 yılında Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne sunmaları talep edilmişti.
İngiltere, 2025’i beklemeden bu yıl yeni ve “iddialı” taahhütlerini açıklayarak geniş bir kesimden olumlu geri dönüşler aldı. Daha önceki ulusal katkı beyanında 2030 yılına kadar emisyonlarını 1990 seviyelerine kıyasla %68 oranında azaltmayı hedefleyen İngiltere, yeni taahhüdüyle bu oranı 2035 yılına kadar %81’e çıkarmayı planlıyor. Ülke ayrıca elektrik sektöründe 2030 yılı itibariyle %100 temiz enerjiye geçiş yapmayı taahhüt ediyor.
Gelecek yıl düzenlenecek COP’a ev sahipliği yapacak olan Brezilya ise emisyonlarını 2035’e kadar 2005 seviyelerine kıyasla %59 ile %67 arasında azaltmayı hedeflediğini duyurdu. Öte yandan, Birleşik Arap Emirlikleri ise petrol ve gaz üretimini durdurmayı planlamadığını belirtmekle birlikte 2019 ve 2035 yılları arasında emisyonlarını %47 oranında azaltmayı öngören yeni ulusal katkı beyanını açıkladı.
Bir yandan iklim taahhütleri açıklanırken Birleşmiş Milletler, COP29 öncesinde Ulusal Niyet Katkı Beyanları Sentez Raporunu yayımladı ve mevcut emisyon azaltım taahhütlerinin küresel sıcaklık artışını 1,5 °C ile sınırlama hedefinden oldukça uzak olduğunu beyan etti. Diğer yandan Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) her yıl olduğu gibi bu yıl da Emisyon Açığı Raporu’nu yayımlayarak benzer sonuçlara dikkat çekti. Rapor, 2023 yılında küresel sera gazı emisyonlarının 57,1 gigaton ’ye çıkarak yeni bir rekor kırdığını ve 2022 seviyelerine göre %1,3 oranında bir artış gösterdiğini ortaya koyuyor. Ülkelerin vaat ettiği tüm ulusal iklim eylem planları hayata geçirilse dâhi dünyamız emisyon artışıyla birlikte yüzyılın sonuna kadar 2,6 °C ısınma yolunda ilerliyor. Hatta daha fazla önlem alınmazsa sıcaklıklar katastrofik sonuçlara yol açacak şekilde 3,1 °C’ye kadar yükselebilir. Yayımlanan bilimsel raporlar, retorik ile gerçeklik arasındaki büyük uçurumu ve sadece taahhütlerin değil aynı zamanda bu taahhütlerin yerine getirilmesinin de ne derece önemli olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor.
COP29 ya da Finans COP’u
COP’da yalnızca ülkelerin emisyon azaltım taahhütleri tartışılmıyor. Aynı zamanda iklim finansmanı, adaptasyon politikaları ve iklim adaleti gibi oldukça kritik konuların gündeme geldiği ve bu konularda önemli anlaşmaların sağlandığı bir zemin de sunuluyor. Hatta COP29, finansman konularına yoğun bir şekilde odaklanacak olması nedeniyle geçtiğimiz yıldan itibaren “Finans COP”u olarak nitelendirilmişti. Dolayısıyla Bakü iklim zirvesinin başarılı sayılabilmesi ülkelerin yeni bir iklim finansmanı hedefi üzerinde anlaşma sağlamalarına bağlı gözüküyor.
2009 yılında gerçekleştirilen COP15 sonunda Kopenhag Mutabakatı imzalanmıştı. Bu anlaşma çerçevesinde, gelişmiş ülkeler iklim değişikliği krizindeki tarihsel sorumluluklarını göz önünde bulundurarak 2020 yılına kadar gelişmekte olan ülkelere emisyonlarını azaltma ve iklim değişikliğine karşı daha dirençli olabilmeleri için yıllık 100 milyar dolar finansman sağlamayı taahhüt etmişlerdi. OECD’nin yayımladığı rapora göre, iki yıl gecikmeli olarak gelişmiş ülkeler 2022 yılında ilk kez bu hedefe ulaşarak 115,9 milyar dolarlık finansmanı harekete geçirdi. Ancak kamu finansmanının yaklaşık %69’unun krediler aracılığıyla sağlanması ve bu finansmanların yalnızca %28’inin hibe olarak verilmesi finansman mekanizmasını oldukça tartışmalı hâle getiriyor. Bu mekanizma, halihazırda iklim değişikliğine karşı savunmasız olan gelişmekte olan ülkelerin borç yükünü daha da artıracağı endişelerini besliyor.
Bu yılın en önemli maddesini oluşturan ve yoğun müzakerelere sahne olan “Yeni Toplulaştırılmış Sayısal Hedef” (New Collective Quantified Goal -NCQG) kapsamında, tartışmalı finansman mekanizmasının güncellenmesi ve yeni bir iklim finansmanı hedefinin kabul edilmesi planlanıyor. Aralarında Çin’in de yer aldığı G77 ülkeleri, 100 milyar dolarlık finansmanın yetersiz olduğunu belirterek gelişmiş ülkelerden yıllık yaklaşık 1,3-2 trilyon dolar finansman talep ediyor. Diğer taraftan gelişmiş ülkeler de Çin ve Körfez ülkelerini de finansman fonunun içerisine dahil ederek finansman sağlayıcı taraf sayısını artırmaya çalışıyorlar.
İklim değişikliği ekonomisine önemli katkılar sunan Nicholas Stern’in de yer aldığı bir grup akademisyen tarafından yayımlanan yeni bir rapor ise gelişmekte olan ülkelerin taleplerini destekliyor. Rapora göre, 2030 yılına kadar gerekli yatırım ihtiyacı yıllık yaklaşık 6,3-6,7 trilyon dolar olarak tahmin edildiği için yıllık 100 milyar dolarlık finansman hedefi son derece yetersiz ve düşük kalıyor. Yapılan projeksiyonlar her ne kadar daha fazla finansmana ihtiyaç olduğunu gösterse de NCQG’ye yönelik hazırlanan taslak metnin 25 sayfa uzunluğunda olması ve çok sayıda seçenek içeriyor olması ülkelerin kararlarında mevcut pozisyonlarını koruyarak henüz bir uzlaşıya varılamadığını gösteriyor.
Finansman üzerine tartışmalar sürerken ülkeler, küresel karbon piyasası çerçevesi konusunda uzlaşarak bir anlaşmaya imza attı. Kabul edilen bu karbon kredisi ticaret sistemi, teorik olarak ülkelerin veya şirketlerin dünyanın herhangi bir yerinde karbon emisyonlarını azaltan projelere ödeme yapmasını ve bu projelerin ürettiği karbon kredilerini kendi emisyonlarını dengelemek için kullanmasını mümkün kılıyor. Bu mekanizmanın, bir yandan gelişmekte olan ülkelere iklim finansmanı sağlaması, diğer yandan da gelişmiş ülkelerin emisyon azaltım hedeflerine katkı sunması bekleniyor.
Türkiye’nin COP29 Güncellemeleri
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, COP29 öncesinde Türkiye’nin 2035 yılına yönelik yenilenebilir enerji yol haritasını açıklamıştı. Bu yol haritasına göre, 2035 yılı itibarıyla güneş ve rüzgâr enerjisi kurulu gücünün bugünkü seviyeye kıyasla dört kat artarak 120 GW’a ulaşması hedefleniyor. Yenilenebilir enerji kapasitesinin artırılmasına yönelik bu hedef, Türkiye’nin iklim değişikliği ile mücadelede attığı önemli adımlardan biri olarak değerlendirilebilir.
Bununla birlikte Türkiye, COP29 kapsamında daha büyük bir adım atarak 2053 Uzun Vadeli İklim Stratejisi’ni de kamuoyuyla paylaştı. Birleşmiş Milletler’e sunulan belgeye göre, 2053 yılında nüfus artışı ve ekonomik büyümeye paralel olarak enerji talebinin bugünkü seviyeye kıyasla yaklaşık dört kat artarak 1.271 TWh’yi aşacağı ve bu talebin %69,1’inin yenilenebilir enerji kaynaklarından karşılanacağı öngörülüyor. Belgede, son yıllarda fosil yakıtlardan yenilenebilir enerjiye yönelimin hızlandığı ve yatırımların bu doğrultuda şekillendiği vurgulanıyor. Ancak fosil yakıt kullanımının tamamen sonlandırılmasına ilişkin bir takvim sunulmazken Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı zamanla fosil yakıtlardan çıkılacağını ifade etti. Bunlara ek olarak Türkiye, nükleer enerji kapasitesini artırma deklarasyonuna katıldı. İmzalayanlar arasında ABD, Fransa, Japonya ve Güney Kore’nin de bulunduğu bu deklarasyon, 2050 yılına kadar nükleer enerji kapasitesini üç katına çıkarmayı hedefliyor.
COP29’un son haftasına girilirken müzakereler hız kazandı. Görüşmelerin başarılı olarak değerlendirilmesi büyük ölçüde finansman konusunda atılacak somut adımlara bağlı görünse de yalnızca bu alana odaklanmak yeterli değil. Adil geçiş mekanizmaları, yeşil işler, yeşil beceriler, KOBİ’lerin finansmana erişimi, yeşil girişimler ve yeşil teknolojiler gibi konular da gündemin önemli başlıkları arasında yer alıyor ve dikkate alınmayı bekliyor. Bu alanlarda sağlanacak ilerlemeler, iklim hedeflerinin hayata geçirilmesinde kritik bir rol oynayacak.