Gelişmekte Olan Ülkeleri Bekleyen Büyük Tehdit: Kalkınamadan Yaşlanmak
İstanbul Araştırmaları
img

Gelişmekte Olan Ülkeleri Bekleyen Büyük Tehdit: Kalkınamadan Yaşlanmak

Bingül Satıoğlu bingul.satioglu@ito.org.tr

2016 senesi hem sinema severler hem de benim gibi Tom Hanks hayranları için son derece memnuniyet verici bir yıl olarak kayıtlara geçmişti. Çünkü sayfalarını heyecanla çevirdiğimiz Dan Brown’un “Inferno”su (Cehennem) beyaz perdede seyircileriyle buluşmuştu. Filmin final sahnelerinin İstanbul’da geçmesi ise heyecanı daha da artırmıştı. 

Filmin konusuna gelecek olursak, transhümanizm akımını benimseyen ünlü iş insanı ve biyolog Zobrist dünya nüfusunun hızla arttığını, dünyanın taşıma kapasitesini aştığını ve artan nüfusun kaynakları hızla tükettiğini savunuyor. Bu kurgusal senaryo yıllar boyu birçok filme ve romana ilham kaynağı olsa da aslında ekonomi eğitimi almış olanların oldukça aşina oldukları bir konu. Çünkü herhangi bir büyüme veya kalkınma kitabında rahatlıkla rastlayabileceğimiz Malthusçu nüfus teorisi tam da bu konuyu bizlere aktarıyor.  

Klasik iktisatçılar arasında sayılan Thomas Malthus bugün dahi büyüme ve kalkınma literatüründe sıkça referans verilen “Nüfus İlkeleri Üzerine Bir Deneme” kitabını (orijinal adıyla An Essay on the Principle of Population) 1798’de yayımladı. Karamsar bir bakış açısına sahip olan Malthus, nüfusun geometrik (katlanan) bir hızda artarken gıda üretiminin aritmetik (doğrusal) bir hızda artış göstereceğini öne sürüyordu. Kontrol edilemeyen nüfus artışının ise kıtlık, açlık, doğal afet ve salgın hastalıklara yol açacağını savunuyordu. Malthus’un ekonomik büyümeyle de ilişkilendirdiği tezi ortaya atıldığı günden bu yana sadece ekonomi alanında değil tüm bilim dallarında da derin tartışmaların konusu oldu. 

Malthus’un ileri sürdüğü teze göre teknolojik ilerleme bir toplumun gıda arzını artırabilir ve yaşam standartlarını yükseltebilir ancak bu olumlu etkiler uzun vadede kalıcı olmayacaktır. Artan nüfusla birlikte kişi başına düşen kaynak miktarı zamanla tekrar başlangıç seviyesine geri dönecektir. Kısacası Malthusçu nüfus teorisi sürdürülebilir ekonomik büyüme ile nüfus artışının uzun vadede aynı anda gerçekleşmeyeceğini öne sürmektedir. 

Sanayi Devrimi ile gelen verimlilik artışı Malthus’un tezini bir süreliğine rafa kaldırdı. Ancak nüfus artışı hız kesmedi ve II. Dünya Savaşı’ndan sonra da devam etti. Savaş sonrası gelen ekonomik toparlanma ile nüfus patlaması yaşandı ve 1975 yılına gelindiğinde sadece 50 yıllık bir süre diliminde dünya nüfusu ikiye katlanarak 4 milyarı aştı. 2022 yılının sonuna gelindiğinde ise dünya nüfusu bir kez daha kendini ikiye katlayarak 8 milyarı geçti ve insanlık tarihinin mihenk taşlarından birine dönüştü. Bu durum, akıllara kritik bir soru getiriyor: Malthusçu endişeler haklı çıkarsa ve nüfus tekrar iki kat artarak 16 milyara ulaşırsa insanlık derin bir yoksulluk ve açlık kriziyle mi karşılaşacak?

Aslında Malthusçu teori, ekonomik büyüme ve sosyal politikaların yoksulluğu azaltıcı etkilerini büyük ölçüde göz ardı etmişti. Özellikle Çin ve Hindistan’ın, kurumsal yapılarını güçlendirerek izledikleri nispeten kapsayıcı büyüme stratejileri yüz milyonlarca insanı yoksulluktan kurtararak vatandaşların gelirlerinde artışa neden oldu. Öte yandan 19. ve 20. yüzyıllarda tarım ve sanayi alanında yaşanan devrim niteliğindeki ilerlemeler Malthus’un bir diğer kör noktası olarak karşımıza çıkıyor. Gelişmiş ülkelerden başlayarak dünyaya yayılan Yeşil Devrim (Üçüncü Tarım Devrimi)[i] ve daha fazla tarım arazisinin kullanıma açılması gibi gelişmeler gıda üretim kapasitesini büyük ölçüde artırarak nüfus artışını karşılayacak yeterli gıda üretiminin sağlanmasını mümkün kıldı. Ayrıca geniş uygulama alanlarına sahip olan ve zaman içinde endüstrileri ve toplumları temelden dönüştüren yenilikler olarak tanımlanan genel amaçlı teknolojilerin de önemli değişikliklere yol açarak yaşam kalitesinde artışa neden olduğu biliniyor. Dolayısıyla tüm bu gelişmeler Malthusçu endişelerin büyük oranda boşa çıkmasına neden oldu.

Endişeleri haksız çıkaran bir diğer unsur dünya nüfusunun öngörülenden daha yavaş bir şekilde artıyor olmasıdır. Birleşmiş Milletler’ in istatistiki ölçümlerine göre dünya nüfusunun 7 milyardan 8 milyara ulaşması yaklaşık 12 yıl aldı. Nüfusun 9 milyara ulaşmasının ise 15 yıl sürmesi tahmin ediliyor. Bu durum bizi küresel nüfus artış hızının giderek yavaşladığına dair bilinen bir gerçeğe götürüyor.

Nüfusun Momentumu

1950’li yıllarda dünya genelindeki nüfus artış hızı ortalama %1,91 seviyesindeydi ve nüfusun ikiye katlanma süresi yaklaşık ortalama 36,4 yıl olarak ölçülmüştü. Bu artış hızı 1960’lı yıllarda ortalama %2 ile zirveye ulaştı. O dönemde ABD, Birleşik Krallık ve Almanya gibi birçok gelişmiş ülkede de önemli nüfus artış oranları kaydedildi. Ancak 1960’lı yıllarda zirveye ulaşan nüfus artış hızı bu dönemden sonra istikrarlı bir şekilde düşüşe geçti ve bu yüzyılın başında %1,3 civarında olan oran, 2023 yılı sonunda %0,87’ye kadar geriledi.

Şekil1. Seçili Ülkeler Toplam Doğurganlık Hızı (Kadın Başına)


Nüfus artışındaki bu düşüş toplam doğurganlık oranının küresel ölçekte gerilemesiyle ilişkilendirilebilir. Toplam doğurganlık oranı, mevcut nüfusun korunması için gerekli olan yenilenme oranında kalırsa nüfusun stabil bir şekilde dengede kalacağı tahmin ediliyor. Ancak demografların dünya geneli için ortalama 2,3 olarak hesapladığı yenilenme oranı, Şekil 1’de görüldüğü üzere 2,25 ile 2,3’ün biraz altında seyrediyor. CIA World Factbook verilerine göre ise dünya nüfusunun yaklaşık yarısını kapsayan 141 ülkenin yenileme oranı bu seviyenin altında kalıyor ve bu ülkelerdeki nüfus düşüşünün 2050 yılına kadar %20’ye ulaşabileceği öngörülüyor. 

Aslında gelişmiş ülkelerde doğurganlık oranlarındaki yavaşlama yeni bir olgu değil. Almanya, Fransa ve Japonya gibi bazı ülkelerde doğurganlık oranı uzun süredir nüfus yenilenme oranının epey altında seyrediyor. Kadınlara yönelik cinsiyet eşitsizliği bu ülkelerde devam ediyor olsa da ekonomik kalkınmanın kadınlara bazı avantajlar sağlamış olduğu gerçeği göz ardı edilemez. Kız çocuklarının eğitim olanaklarına erişimlerinin artması ve bunun sonucu olarak kadınların eğitim düzeylerinin yükselmesi, kadınların ücretli istihdama katılarak iş hayatında daha aktif rol almaları ve daha kaliteli sağlık ve aile planlaması hizmetlerine erişebilmeleri yani ekonomik ve sosyal açıdan eskisine kıyasla daha avantajlı konuma geldikleri söylenebilir. Tüm bu gelişmeleri hesaba katarsak kalkınma basamaklarında ilerlemiş olan bu ülkelerde düşük doğurganlık ve düşük ölüm oranları görmek alışıldık bir durum. 

Şaşırtıcı olan ise kalkınma hikayesinin henüz başında olan ülkelerde de düşük doğurganlık oranlarının dolayısıyla hızlı yaşlanmayla sonuçlanan bir demografik değişimin yaşanıyor olması. Çin hükümetinin yaklaşık 40 yıl önce başlatmış olduğu agresif tek çocuk politikası, Güney Kore’deki gönüllü tek çocuk politikası ve Hindistan’daki hızlı kentleşme ile değişen sosyal tutumlar bu ülkelerin nüfuslarını yenilenmesini engelliyor.

Şekil 2. Gençlerin Karşılaştığı Gerçek ve Algılanan Zorluklar, 2022 

 

Ancak doğurganlık oranlarındaki düşüşü yalnızca nüfus politikaları ve kadınların elde ettiği kazanımlarla açıklamak yetersiz bir değerlendirme olacaktır. Aynı zamanda birçok sosyoekonomik faktörün de gelişmekte olan ülkeler aleyhine işlemesi bireylerin çocuk sahibi olmasını caydırıcı yönde etkiliyor. Şekil 2’de görüldüğü üzere, “gençlerin işlerini kaybetme” endişesi Meksika (%78) ve Şili (%74) gibi gelişmekte olan ülkelerde yüksek seviyelerde seyrederken sosyal hak güvencelerinin daha güçlü olduğu Norveç, Hollanda ve Belçika gibi gelişmiş ülkelerde bu endişe oldukça düşük seviyelerde. Öte yandan gençlerin ebeveynlerinden ayrılarak finansal bağımsızlıklarını daha ileri yaşlarda kazanmaları da ebeveynliğe geçişi zorlaştırıyor. Başta Türkiye olmak üzere bazı gelişmekte olan ülkelerde “ne eğitimde ne de istihdamda” olan gençlerin oranının %25’lerin üzerine çıkması ekonomik ve finansal güvensizliği tetikleyerek çocuk sahibi olmayı olumsuz yönde etkiliyor. Yüksek konut fiyatları, erişilemeyen çocuk bakım hizmetleri ve çocuk yetiştirmenin maliyetli olması da cesaret kırıcı diğer nedenler arasında yer alıyor.

Erken Yaşlanma Endişesi 

Nüfusla ilgili korkutan tek şey doğum oranlarındaki hızlı düşüş değil elbette. Spektrumun diğer ucunda yaşlı nüfusun payının artması yani nüfusun yaşlanması bulunuyor. Bu değişimi yönlendiren başlıca faktör olan yaşam beklentisi[ii] ülkeler arasındaki farklılıklara rağmen küresel çapta artış gösteriyor ki bu alkışlanması gereken bir kazanım. Ancak yaşlı nüfus oranındaki artış, düşük doğurganlık oranları ile birleştiğinde nüfus yapısının ekonomi üzerindeki etkileri daha da akut hale geliyor.  

Gelişmiş ülkelerdeki artan yaşlı nüfus sorunu uzun süredir tartışılan su götürmez bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Bu demografik değişim, özellikle genç ve ekonomik olarak aktif kesim üzerindeki yükü gittikçe artırıyor. Avrupa, dünyanın en yaşlı kıtalarından biri olarak öne çıkarken Avrupa Birliği’nin merkez ülkelerinde durum pek iç açıcı gözükmüyor. 65 yaş ve üstü nüfusun çalışma çağındaki nüfusa oranını gösteren yaşlı bağımlılık oranı son verilere göre Almanya’da %34,7, Fransa’da %34,5 ve İtalya’da %38,8 seviyelerinde kaydedildi. Ayrıca nüfusu ikiye bölen medyan (ortanca) yaşın AB genelindeki tüm ülkelerde artış eğiliminde olduğu istatistiklere yansıyor. Japonya’da ise %50 olan yaşlı bağımlılık oranının 2050’de %79’a yükselmesi bekleniyor.   

Öte yandan veriler, kalkınmak için genç ve dinamik bir nüfusa ihtiyaç duyan gelişmekte olan ülkelerin de hızla yaşlandığını gösteriyor. Dünya Bankası’nın yayımladığı son rapor, gelişmiş ülkelerin yaşlanan bir toplumdan yaşlı bir topluma geçişini ortalama 61 yılda tamamladığını ortaya koyuyor. Ancak gelişmekte olan ülkelerin ne Fransa (115 yıl) ne de Amerika (69 yıl) kadar uzun yılları var. Orta gelirli ülke grupları için bu geçişin tahmini süresi yaklaşık 26 yıl olarak öngörülürken Türkiye’nin ise bu süreci yaklaşık 20 yıl içinde tamamlaması bekleniyor. 

Erken Yaşlanmanın Ekonomik Etkileri 

Hızla yaşlanan nüfusun ekonomik etkilerinin hem reel sektör hem de kamu maliyesi açısından derinlemesine analiz edilmesi gerekiyor. Yaşlanan nüfus, ülkelerin ihtiyaç duyduğu iş gücü arzını daraltarak öncelikle gelişmiş ülkelerde iş gücünün zirveye ulaşması veya zirveye yakın bir yerde sabitlenmesi sonuçlarını ortaya çıkarıyor. Örneğin Japonya’da çalışma çağındaki nüfus 1998 yılında zirveye ulaşmışken, Almanya özellikle sağlık sektöründe yaşadığı iş gücü açığını dışarıdan göç alarak kapatmaya çalışıyor. Rusya’da ise iş gücü azalmaya devam ederken ABD göçe nispeten açık bir ülke olarak büyüyen bir iş gücüne sahip nadir gelişmiş ülke örneklerinden biri olarak öne çıkıyor. Ancak göçe kaynak ülke olan çoğu gelişmekte olan ülkede düşük doğum oranları ve hızla yaşlanan nüfus, gelişmiş ülkelerin göç yoluyla iş gücünü sürdürülebilir kılmasını ve nitelik açısından zenginleştirmesini ciddi şekilde etkileyebilir. Madalyonun öbür tarafında yer alan gelişmekte olan ülkelerde ise başta ekonomik faktörlerden kaynaklı olmak üzere gençlerin beyin göçüne eğilim göstermesi, bu ülkelerin ihtiyaç duyduğu nitelikli iş gücünde zayıflamaya yol açarak ülkelerin rekabet gücünün zedelenmesine neden olabilir. 

Ayrıca yaşlanan nüfus gelişmekte olan ülkeler açısından kritik öneme sahip emek-yoğun sektörlerde iş gücü yetersizliğine yol açabilir. Bu durum hem iş gücü maliyetlerinin artmasına hem de verimliliğin düşmesine neden olabilir. Son dönemde ChatGPT ve diğer üretken yapay zekâ araçlarının tekno-iyimserliği daha da yaygınlaştırmasıyla bu sorunların çözümünde otomasyon teknolojilerinin gelişmesi, robotların insan iş gücünü devralması veya yapay zekânın kullanımının artmasının bir çözüm önerisi olarak öne çıktığı görülüyor. Ancak özellikle gelişmekte olan ülkelerde KOBİ’lerin yoğun olduğu sektörlerde ve finansmana erişimin bu yatırımlar için önemli bir engel teşkil ettiği durumlarda bu teknolojilere dayalı çözüm önerileri her zaman en iyi seçenek olmayabilir. 

Yaşlı nüfusun artışı ülke iç talep yapısında da önemli değişimlere neden olabilir. Genç ve orta yaş gruplarına kıyasla yaşlı bireylerin tüketim talepleri farklıdır. Bu durum ilaç, sağlık ve bakım hizmetleri gibi sektörlerdeki talebi beslerken eğitim, giyim ve konut gibi sektörlerdeki talebin azalmasına yol açabilir. Talebin yoğun seyrettiği sektörlerde yeniden yapılanma, iş gücü ve altyapı gereksinimi ortaya çıkarken talebin görece düşük seyrettiği sektörler ise durgunluk riski ile karşı karşıya kalabilir.

Genç nüfusun ağırlıkta olduğu ülkelerde iç talebin canlılığı, işletmeleri sadece dinamik tutmakla kalmaz aynı zamanda yeni mal ve hizmetlere yönelik motivasyonlarını da besler. Bunun yanı sıra gençlerin risk alma eğilimlerinin daha yüksek olması ve yenilikçi trendleri yakından takip etmeleri, ülkelerdeki girişimcilik ekosistemini besleyen temel unsurlar arasında yer alıyor. Diğer yandan nüfusun yaşlanması ile ailelerin küçülmesi ve mirasçı sayısının azalması aile şirketlerinin sürdürülebilirliğini ciddi şekilde tehdit ediyor. Güney Kore (chaebol) ve Japonya (zaibatsu)’nın kalkınma serüveninde kilit rol oynayan aile şirketlerinin zayıflayan aile içi halefiyet nedeniyle gelecekteki devamlılığı risk altında gözüküyor.   

Yaşlı nüfusun artışı sonucunda emeklilik, sağlık hizmetleri ve uzun dönemli bakım harcamalarının yükselmesi ülkelerin kamu maliyeleri üzerindeki baskıları da artırıyor. Çalışma çağındaki nüfusun daralması potansiyel vergi gelirlerindeki azalışı tetikleyerek mali baskıların daha da şiddetlenmesine yol açabilir. Yaşlı nüfusu desteklemek amacıyla yapılacak altyapı yatırımları ve sosyal refah harcamalarının ise yüksek gelirli OECD ülkelerinin kamu harcamalarını 2060 yılına kadar gayri safi yurtiçi hasılanın %7,6’sına kadar yükselteceği tahmin ediliyor.  ABD daha geniş mali manevra alanına sahipken Yunanistan, İspanya, İtalya gibi kısıtlı bütçe manevrasına sahip ülkelerde emeklilik sistemlerinin sürdürülebilirliği ilerleyen yıllarda risk altına girebilir. Emeklilik yaşının artırılmasına yönelik politikalar çare olarak sunulsa da Fransa’da bu yöndeki politik direniş ve birçok firmanın yaşlı çalışanları işe alma konusundaki isteksizliği bu çözümün zorluğunu ortaya koyuyor. Dolayısıyla kamu maliyesini dengeleyen ve bireylerin sağlıklı yaşlanmasını destekleyecek dinamik bir nüfus politikasının geliştirilmesi ve hayata geçirilmesi gittikçe önem kazanacağa benziyor. 

Düşen doğurganlık oranları ve hızla yaşlanan nüfus eğilimleri, Fransız demograf Alfred Sauvy’nin 21. yüzyılın “demografik yaşlanma yüzyılı” olacağı öngörüsünü doğrular nitelikte ilerliyor. Özellikle gelişmekte olan ülkelerden gelen son veriler, bu ülkelerin “kalkınamadan yaşlandığını” ve dolayısıyla genç nüfuslarını artık ekonomik büyümenin kaldıracı olarak kullanamayacağını gösteriyor. Bu durum Türkiye, Meksika, Brezilya ve Çin gibi ülkelerin orta gelir tuzağından kurtularak yüksek gelirli ülkeler sınıfına geçmesini daha da zorlaştıracağa benziyor. Yaşlanan nüfusun kamu maliyesi, girişimcilik ekosistemi ve iş gücü piyasası üzerindeki olumsuz etkileri de dikkate alındığında önümüzdeki dönemde nüfus politikalarının gündemde kendine daha fazla yer edineceği aşikâr. Ancak hızlı giden bir araçta frene basıldığında aracın hemen durmaması gibi uygulanacak nüfus politikalarının etkileri de yıllar sonra hissedilecektir. Bu nedenle nüfus politikaları geliştirilirken ülkeye özgü sosyoekonomik dinamikler titizlikle değerlendirilerek uygulama süreçlerinin zorlukları göz önünde bulundurulmalıdır.




[i] 1940’lar ile 70’ler arasında gerçekleşen Yeşil Devrim, tarımsal üretimi artırmak amacıyla bir dizi yenilik ve uygulamanın hayata geçirildiği dönemi ifade eder. Bu süreçte, yüksek verimli tohum çeşitleri, modern sulama teknikleri, kimyasal gübreler ve pestisitler gibi teknolojiler geniş çapta uygulanmıştır. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde tarımsal verimliliği önemli ölçüde artıran devrim, aynı zamanda çevre kirliliği ve çeşitli sağlık sorunlarına da sebebiyet vermiştir. 

[ii] Yaşam beklentisi, yaşa özgü yaşam beklentisi ya da belirli bir yaşa ulaşan kişinin ortalama yaşayacağı yıl olarak tanımlanabilir. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre yaşam beklentisi 2000’de ortalama 66,8 yıl iken 2019’da %9 artarak ortalama 73,1 yıla yükselmiştir.

Mail Bültenimize Kaydolun

Mail bültenimize kaydolarak yeniliklerden hemen haberdar olun.